Durduğum Yer!

 


Durduğum Yer!

Selamlar...
Uzun zamandır blogumda bir şey paylaşmamıştım.
Madem ki burada böyle bir mekanım var, gelip biraz vakit geçireyim, dedim.

Sevgili ahali...

Durduğum Yer başlıklı bir yazı yazarken doğrudan siyasi fikirlerin ne yönde olduğuna dair sorular geliyor akla.

Son zamanlarda fikirlerimi yazmak istemedim zaten fırsatım da olmadı.
Kirliliğin hakim olduğu bir çağda ve ortamda uzak ve temiz kalmayı murad ettiğimden değil, yazamayacak kadar şaşkın ve üzgün olduğumdan yazamam bazı şeyleri.

Bu yazı, bir Twtle düşüncelerimi yazmaya çabalarken dökülen satırlardır!

Öncelikle şunu söylemem lazım ki; Hiç bir zaman hiç bir parti ve oluşumun fanatiği olmadım.
Çünkü fanatizm bana göre körlüktür. Hata kabul etmemektir.

Erbakan hoca gibi (onu dün yerden yere vuran karşıt fikirlerin bile bu gün bir çok konuda haklı bulduğu) bir alim, bilim, siyaset ve devlet adamını bir çok konuda destekledim.

Hala da Erbakan hocanın uyarı ve tavsiyelerinin aydınlattığı bir yolda yürümekteyim.Ama her hangi bir partinin arkasından yürümeyi bıraktım!

Milli Selamet partisi babamın düşünce yapısına çok uzaktı. O daha çok Demirel ve Özal misyonunu benimsedi. Çocuklar hayatlarının bir döneminde aileleri ile fikirlerini ayırabiliyor.

Babam bu konuda baskıcı değildi. Bize öğütlediği şey;"Tek başınıza kalmaktan korkmayın ve kendiniz olmaktan asla vazgeçmeyin.
Bir yola bir çok kişiyle çıksanız bile, o yolu kendiniz de kontrol edin. İnsan zaafiyete düşebilir. Siz gözü kapalı Allah'tan başka hiç kimseye teslim olmayın."

Babam okuma yazmayı asker ocağında öğrenmiş, askerliğini 3 yıl yapmış bir fabrika işçisiydi.

28 Şubat'ın ayak sesleri eğitim yolumu tıkadı!

Fakat ne dün ne bu gün, 28 Şubat mağduruyum diye 28 Şubat zulümlerine ekmek  banmadım.
Tahsil hayatını sürdüren ve okullarına alınmayan kız kardeşlerimin her daim yanında ve destekçisiyken, o karmaşık dönemde (şahsi kararım olmasa da!) eve kapananlardan oldum.

Erken evlilik ve sıralı evlatlar ile şekillenen yaşamımda -madem evdeyim ve anneyim o halde iyi anne olmaya çalışmalıyım- diyerek "uzman ebeveynlik kariyeri" yoluna düştüm.

Uzman ebeveynlik neydi?
Bilinçli çocuk yetiştiriciliği!

Misal; Çocukların sorduğu sorulara yetemeyeceğimi anladığım zaman, sorularını uzman kanalıyla cevaplamak için meseleyi yazmış sağlam kaynaklı kitaplar aldım.

O dönem İnternet sosyal medya gibi teknolojik çağ atlama işaretleri pek revaçta değildi ( çok şükür).

Biz çocuklarımla kendimize cici bir dünya kurduk.

Masal ve hikaye kitapları alırdım örneğin,  önce kendim okurdum onları. Sonra çocukların duymasını istemediğim yerleri atlar, hatta değiştirir ve öyle paylaşırdım.

Bir süre sonra, bebelere masal yoluyla dikte  prens, prenses rollerinin bizimle ne ilgisi olduğunu, kurbağaların öpülerek adama dönüşmesinin aslında iğrenç bir düşünceden öteye gitmediğini, üvey annelerin çocukları ormana bırakmalarının nasıl bir mesaj verdiğini asla anlamayacağımı, üvey kızını kendinden güzel diye öldürmeye çalışan bir annenin narsistliğini çocuklarımın öğrendiğinde ne gibi kazanımlar elde edeceğini bilmediğimi ve de hiç bir zaman bilemeyeceğimi anladım.

Rapunzelin eve prens almak için saçlarını kuleden sarkıtması, bir adamın evlenmek istediği kadını sadece yere düşen ayakkabısıyla araması nasıl bir şeydi?
ya ayakkabı bir den fazla genç kıza uysaydı?

Çocukların o yaşta büyümek gibi bir dertleri zaten vardı, neden bir de erkek çocukları prenseslerin kurtarıcılığına koruyuculuğuna şartlanıyordu?
Neden kız çocukları hayatlarının en önemli hedefinin bir prensle evlenmek olduğunu düşünerek büyümek durumundaydılar ve böyle büyüdüler?

(Bu konu ile ilgili geniş çaplı araştırmayı geçen yıl yaptım ve 20 A4 sayfası, akademik makale kurallarına uydun bir makale yazdığımı ve bu makaleyi genişletip kitaplaştırma hususunda çalışmalarımın devam ettiğini burada belirtmek isterim. "Masal Etiği ve Masal Ahlakı" adlı makalemde, kendi kültürümüzün destan ve masallarındaki olumsuz yönleri ve yakın zamanda basılmış, aile içi ensest ve sapkın ifadelerle dolu basımı ve yayılması süren kitapları da  ele aldım. Böyle bir çalışmayı yayımlatmam mümkün olmazsa, kendi çabamla yapacağım bu hizmeti.)

Bu sorulara yanıt aramak ve bunları anlatmak, bunları anlatacak ortam bulmak çok zordu.
Türkiye bir geçiş sürecindeydi. adına gelişim denen bu geçiş süreci deformasyon süreci olduğunu kanıtlamak üzere şu sıralar...

Nevresim takımları pembiş Sndiy'li, oyuncak bebekler mini manken vücutlu olduğu bir çağdan geliyor, bu günün genç hanımları!

Sunumlu pembiş yeni gelin evleri, gözterişli prenses gelinlik, düğün ve ev dekorasyonlarının bu kadar benimseniyor olması, çocuklukta bilinç altına atılan kodların sonucudur.

Neyse efendim, iş bu sebepten ötürü, bu masalları değiştirdim. Değiştiremediğim zaman kendi masallarımı yazdım çocuklara.
Hayatın içinden, o günlerde yaşadıkları sorunlara çözüm önerilerini ve öykü yoluyla verdim.

Fabl ve çocuk öykü yazarlığı maceram böyle başladı.

Aslında şiir yazdığını geç fark eden bir şiirci çocuktum.

Fakat evimizdeki kısıtlı kütüphanede seçeneğim yoktu ve radikal düşünceye giriş yapan abimin aldığı kitaplar vardı o kütüphanede. (Hiç unutmam o kütüphaneyi de 48 liraya almıştı abim.)
Kütüphanemizde var olan kitapları okurdum.
Külliyatları karıştırırdım. Müzekkin Nufus, Marifetname vb...

Necati Cumalı şiirleriyle uhrevi şiirler yazmaya çalışırdım, Mehmet Akif''e hayranlığım ile vatan şiirleri yazardım. Sonra Necip Fazıl eklendi listeme ve cevval şiirler yazdırdı üstad.
Daha sonra Cahit Sıtkı ve Orhan Veli.

Saydıklarımdan farklı bir yapıda şiir kitabıyla tanışmam annemin bir dostuna yaptığımız ziyarette oldu.

Annemin arkadaşı bir apartmanda müstahdemlik yapıyordu. Yaşadığı bodrum katını şirin bir hale getirmiş son derece temiz ve hoş bir insandı. Aynı zamanda benim yaşımda da bir kızı vardı.

Kızcağızın farklı bir havası vardı. Çevremde kendinden bu kadar emin, o yaşta kendini tanıyan bir genç çocuk yoktu. bir masalın içinde gibiydim.

Kızcağız beni bir kapıdan çıkarıp, bahçeye oradan başka bir kapıdan geçirip odasına götürünce bu masal beni daha da büyüledi.
"Burası benim odam" demişti.

Nasıl yani? Bahçenin içinde mi? Ama evin içi değil ki burası!
(Bina güvenilir ve korumalıydı.)

Kızcağızın kendine ait bir odası vardı!

Ben evde tek kız çocuğu olduğum için herkesten ayrı bir odada uyurdum ama uyuduğum yer benim odam değildi.
Herkesin eşyalarının olduğu, akıllarına estiğinde çat diye girdikleri bir odaydı.
Üstelik kızcağızın odası olması yetmezmiş gibi bir de kütüphanesi vardı.
Ve o kütüphanede şiir kitapları.
Evet. Yaşadığım çevreye uzaydan gelmemiştim, aynı bana benzeyen bir kız vardı. Kitap okumayı seven. Şiir okuyan ve yazan...

O gün bana Ümit Yaşar Oğuzcan'ın bir kitabını verdi kızcağız.

"Ben böyle olsun istememiştim…
Ya sana çok yakın, ya senden çok uzaklarda olmalıydım
Aramızda aşılmaz engeller olmalıydı
Yüksek dağlar, derin denizler olmalıydı

Ya senden çok uzak olmalıydım
Aramızda aşılmaz engeller olsun istiyordum
Büyük dağlar, derin denizler olsun istiyordum
Sana gelmeye gücüm yetmemeliydi
Çaresizliğimin bütün hıncını mesafelere yüklemeliydim
Dağda yanan bir çoban ateşi gibi, gökte bir yıldız gibi
Seni görmeli, seni yaşamalı ve senden çok uzaklarda olmalıydım."

İlk açtığım sayfada yazanlardı...

Bu yeni tanıdığım şiir tarzıyla şiire daha da bağlandım.

Ayrıca, anneme ve babama, kendime ait bir oda istediğimi söyledim.

Küçük demir bir divanım ( Altına bir sürü naylon çamaşır sepeti sığan, çiçekli fitilli, fırfırlı örtülü olanlardan) ve bir de kitaplığım vardı ardık.

Kitap almaya da kitaplık edindikten sonra başladım.

Odamda kurduğum sevimli dünyada yaşadığım 3 yılın ardından, kendime ait bir eve adım attım.

Aradan geçen 6 yıl bana çocuk şiirlerimi (evlatlarımı) getirene kadar da böyle devam etti.
Yarım kalan eğitimime dönüş için adımlar attım. Fakat her zaman önceliğim çocuklarım olduğu için bu süreç uzadı.

Bu arada sosyal yardım kuruluşlarında etkin görevler aldım. El sanatları çalışmalarında bulundum. Bir anaokulu açtım ve yöneticilik yaptım. 19 Ağustos depreminden sonra anaokulu maceram bitmişti.

Çocuklarımın yaşlarına göre bulduğum her faaliyette gönüllü görev almak suretiyle hem çocuğumun içinde bulunduğu oluşuma yakın oldum hem de kendimi pasif hissetmedim.

Yıllar yılları kovaladı.

Ana okulu yöneticiliğim sırasında keşfettiğim drama yöntemi çocuk yetiştirmekte bana artı güç oldu.
Bu yolla, sorunların çözümü ve çocuklara ulaşabilmek daha kolay ve eğlenceli olmuştu.

Efendim ben deniz, ülkemizde son zamanlarda aktif hale gelen drama ile 20 yıl önce tanıştım.
Dramayı gönüllü çalıştığım merkezlerde uyguladım. Kısa oyun ve skeçlerle yıl sonu etkinlik projelerinde koordinatörlük yaparken drama tekniğinden faydalandım. Değerler eğitimini drama ile harmanlamakla hem çocuklara daha kolay ulaşabildim hem de manevi yönüyle zengin çalışmalarla çocuklarda farkındalık oluşmasına fayda sağlamaya gayret ettim.

Yazma sevdam da devam ediyordu bu arada.
Özellikle babamın ani kaybıyla hayatımda ve yüreğimde açılan boşluğa bol bol yazdım.
Küçük haber sitelerinde, amatör oluşumlarda yazdım.

Güzel ve kıymetli yazarların atölyelerinde çeşitli zaman ve dönemlerde talebelik yapmaya çalıştım.

Gönlüm her zaman şiirde olduğu olduğu için amatör bir grupla şiir kitabı çalışması yaptım.

Çocuklar ve gençler gözlem alanım olduğundan dolayı Ergenus Cumhuriyei adında bir öykü kitabı yazdım.

Dergilerde yazdım. Söyleşiler yaptım.

Sessizliğe büründüğüm de oldu sosyal medyada, sesimi yükselttiğim de...

Çocuk, gençlik ve eğitim konularıyla zıtlık arz ettiği düşünülse de distopya her zaman ilgi alanım oldu.

Bazen, bahçe içindeki odanın kapısından giren ve o kütüphaneyi görüp heyecanlanan küçük çocuk gibi hissettiğim olur.
Bazen de bir lahit taşı gibi kıpırdamadan durmak, hiç bir şey yapmamak istediğim zamanlar oluyor.

Geçtiğimiz üç yıl biraz okudum biraz yazdım ama daha çok yaşamam gerekenleri yaşadım.
Eğitime devam etmek boynuma borç, bildiklerimi aktarma imkanı bana şevk oluyor.

Yerini yolunu bulamayan ( bir kapıda beklemeyi öğrenemeyen ruhların yolu hep uzun ve karmaşıktır) biri olarak uzun zamanda az yol kat ettiğimin farkındayım.

Tekkeleri bekleyememe sorunsalım yüzünden, çöreklerden olduğum da aişikar!

Açlık nedir ki? Çörek nedir? ruhu doyuran bir şey mi?

Çoğu zaman dediğim gibi; mutlu olmakla ilgilenmiyorum pek, huzurlu olmak yetiyor bana..
(Dilek Erdem Sözlüğü: Huzur- vicdanlı düşünce ve tutumların duyguya yansıması.)

Doğru yerde olmak, doğru yerde durmak mümkün olmadığında, doğru yeri aramak ve bulmak adına yürümeyi koşmayı öğretti babam bana.

Şimdi, çocuklarım büyüdü.
Hatta en büyük evladım sayesinde, babaanneliğe terfi ettim.

Toruncuğum sayesinde muallakta duran ideallerim yerlerini bulmak için devindi. Drama dersleri ön plana çıkmak, ve çocuk öykülerim kendilerini yazdırmak için can atıyorlar.

Şiir, uzaklardaki bir dostum gibi gurbette şimdilik.

Yetişkinlere yönelik öykülerim, köyüm gibi...

Orada olduğunu bildiğim, gideceğim günü beklediğim ve hiç gitmemişim gibi beni karşılayacağından emin olduğum.

Distopya, bir gün gitmeyi planladığım Fas-Kazablanka gibi, (ironik olsa da) ütopya benim için.

Şimdi yapmam gereken, ömrümü vakfettiğim çocukluk konusu üzerine çalışmak.

Çocuklar için yazdığım öyküler hayat buluyor.

Tevafuken tanıştığım bir güzel insanın bir kitap çizim eğitmeni ile yollarımız kesiştiğinde, çalışmalarımın eksik yanları tamamlanmaya başladı.

İdealleri bitmiyor insanın.

Dünyevi başarılardan veya maddi cazibelerden kopmak zor gelir mi, hiç bir şey istediğim gibi olmamaya devam ederse ne olur diye kalbime danışıyorum.

Sonra babamı toprağa gömdüğüm gün geliyor aklıma.
Sevdiğin birinden vazgeçmeyi öğrenenler  için, vazgeçmek, o kadar da öldürücü bir darbe olmuyor...

Durduğum  yer neresi mi?

Durduğum yer dünyadaki bütün çocukların, hayvanların ve ağaçların yanı...


Drama eğitmeni ve yazar: Dilek Erdem















Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Ergenus Cumhuriyeti

Büyükada/m