Profesyonel Masal Kahramanı Dilek Erdem İle Söyleşi


İhh Gençlik ile gerçekleştirdiğimiz Yazın Atölyesine devam eden  katılımcılarımızdan genç yazar adaylarımızdan bazılarının hazırladığı soruları cevaplamaya çalıştım.
Ayşe Aydoğdu
-Yazmaya ilginiz ne zaman başladı?
Okuma yazmayı öğrenir öğrenmez.  Kütüphane kolu başkanlığı seçimlerinde bu payeyi kimseye bırakmazdım.
-Yazmak isteyen kişilere ne tür önerilerde bulunursunuz?
Yazsınlar. Eleştiri de alsalar, yolun sonunu göremeselee ve saçmalasalar bile yazsınlar. Ama yazdıklarını kamuya açmak için sabırsız olmasınlar.
-Önünüzde hedeflediğiniz bir planınız var mı?
Hedefleri planlamanın çoğu zaman üzücü sonuçları oluyor. O yüzden çalışmak ve hayaller kurmak en güzelidir diyebilirim.
-Karakterinizi üç kelime ile özetleyecek olsanız hangi sözcükleri kullanırsınız?
Zor soru. Karakterimi üç kelime ile özetleyemem ama tek kelime ile özetleyecek olursam o kelime “samimi” olurdu.
***   ***   ***   ***

Süedanur Yazıcı
-Hilmi Yavuz “Sanat evren karşısında öznel bir duruşun ifadesidir. Ve bu, yaşama dair bir tekliftir.” diyor. Siz bu duruşu yazarak ve drama yoluyla anlatarak icra etmeyi tercih ettiniz. Bu yönelişinizin bir hikâyesi var mı?
Yazmak “bir derdim var ve bu derdi herkes bilmeli” düşüncemin ifadesidir. Derdim insan olabilmek insan kalabilmek ve insan ölebilmek. Bu insan olabilme yolculuğumda toplumsal açıdan da “iyileşebiliriz” mesajı vermek.
Drama ise insan olabilmek ve insan ölebilmek arasında geçen yaşam serüvenini anlaşılır ve kolay kılabilecek olan bir öğretiyi sahiplenerek bu öğretiyi hayat yolunda kullanmak benim için. Çocuklarıma ulaşabileceğim yollar ararken ve anneliği öğrenmeye çalışırken bildiğim ve bilmeye çalıştığım her şeyin bir alana karşılık olduğunu ama çocuk yetiştiriciliğinde yeterli olmadığını, bütün alanları-dini, psikolojik, kişilik gelişimi, bireyin kendi yolculuğu ve toplumla olan yolculuğunu kapsayabilecek öğretinin drama ile bütünleşebileceğini keşfettim.
Şüphesiz ki şunu öğretin demiyor bu drama. Neyi nasıl öğretebilirize bir yöntem olarak kullanılıyor. Yöntem belirlemek meselenin yüzde altmışını halletmektir. Sonrası insanın okudukları gördükleri ve yaşadıkları ile şekillenir.
Benim dramayı hayat biçimi haline getirme yolculuğumda yaptığım en hayırlı iş oldu. Gördüklerimi, yaşadıklarımı, bildiklerimi harmanlamak ve uygulama kısmında çok bilinmeyen ve denenmeyen bu alanı, amacıma araç haline dönüştürmek son derece yararlı oldu.
Çünkü drama, hayatı prove etme sanatıdır bana göre.
-Yazı ve yaşantı arasındaki ilişkiyi nasıl yorumlarsınız? İnsan yazdığı mı olmalı, yaşadığını mı yazmalı?
İnsan yazdığı olmak zorunda değil. Bir katili yazan cinayet işlemek zorunda mıdır?
Yazı ve yaşantı arasındaki ilişki her yazan insanda ayrı seyreder. Mutlaka izler taşınır kaleme. Ama acaba taşınmış mıdır, taşınmamış mıdır kısmı magazinsel bir meraktır.
İnsan yazdığı mı olmalı yaşadığı mı, kısmına gelince, bir kurmaca yazıyorsam yaşadığım olmama gerek yok. Ama gerçekçi metinlerde öğretici metinler kapsamında yaşadığından örnekler verebilir insan. Bu bir tercihtir.
-Öykülerinizde ki hayali kurumlar, hangi gerçekliğin ana omurgasını oluşturma gayesini güdüyor?
Hayali kurumlar bazen gerçekliği işaret ediyor da olabilir tamamen hayali de olabilir. Öyle bir hastane tasavvur edersiniz ki insanlar hasta olduğu için gitmezler. Çünkü hastalık diye bir olgu kalmamıştır yeryüzünde. Bu hastanede sadece çiçek dikilir kitap okunur. Hastane kavramı yerini böyle bir merkeze mesela “düş hane” ye bırakmıştır. Bu güzel bir omurga olabilir. Fakat gördüklerimiz göreceklerimizin fragmanı ise (dünyanın gidişatına bakarak bunu söylüyorum) o zaman da distopya ile bir omurga oluşabilir.
Acımasızca insan canına kast edenler özel eğitim aldığı bir kurum mesela.
Cellat yetiştirme enstitüsü öykümde olduğu gibi.
***   ***   ***   ***
Nisanur canpolat
-Kendinizi hangi masal kahramanına benzetiyorsunuz?
Kendi masalımın kahramanıyım.Yazıyorum yaşıyorum, yazılmışı yaşıyorum, sonra yine yazıyorum yaşıyorum… Hemen herkes gibi.
-Hayatınızda yaşadığınız bazı olayları masallara benzettiğiniz oluyor mu?
Birçok olay masalsıdır. Bir çocuğun doğumu, sevdiğiniz ve gözünüzde devasa bir yeri olan kahramanınızın hayat denilen ejderha ile mücadelesi, bir çocuğun mimikleri, küserken, sorarken, ağlarken burnunu çeke çeke. Masal nedir ki bunlardan başka?
-Kendinizi üç masalsı cümle ile anlatabilir misiniz?
Tek Cümle…
Ormandaki yer altı kaynağından su içerken tereddüte düşen alageyik.
-En sevdiğiniz masal nedir?
Bremen mızıkacıları.  Farklı fikirlerin ortak paydalarda buluştuğu mesajı olan bu masalı severim. Birazda masallar içinde en az öğretici dile sahip olduğu için. Her şey öğretilemez çünkü. Her şeyi öğrenmiş olarak yola düşülemez. Birçok şey yolda yürürken öğrenilir. ilk olarak da yol arkadaşının yolda yürünür olup olmadığı mesela.
-Evinizde iş yaparken eşyalarla diyalog kurduğunuz oluyor mu? Oluyorsa ne gibi diyaloglar biraz bahseder misiniz?
Sadece iş yaparken değil her zaman konuşurum. Kalemim ve yazı masamla özellikle.
-Yazı yazarken özellikle dinlediğiniz, ilham aldığınız bir müzik var mı? Nedir?
Chopin - Spring Waltz -Mariage d'Amour-
-En çok ilham aldığınız zaman dilimi nedir?
Uyumama birkaç saniye kala. Çok fikir kurban etmişliğim vardır uykuya. Artık daha titizim ve fikirlerime sahip çıkıyorum. Ama meseleyi çözene kadar oldukça tökezledim. İlham geldiği zaman fedakârlık yapmazsan ilham çağırma operasyonları yapmak zorunda kalırsın, dedi bana yazın hayatı.
-Kendiniz için oluşturduğunuz hayali bir dostunuz var mı? Varsa bize biraz bahseder misiniz?
Hangi kitabı okuyorsam, yazarla o an irtibat kurarım. Genelde hayatta olmayanlar ile…
-Yazmış olduğunuz öykü kitabı Çekirge Fui’nin Yolu adlı eserinizde eleştirdiğiniz konu modern dünyanın bize dayattığı bencillik mi?
Modern dünyanın bize dayattığı bencillik kitabın konusu içinde kısmen bir yer tutar belki ama asıl derdim duyarsızlık. Orman yangınlarında sadece ağaçlar değil birçok canlı türününüm de ölüyor olmasına dikkat çekmek.
-Ergenus Cumhuriyeti’ne davet edilen bir konuşmacı olsaydınız orada yaşayanlara hangi konuda konuşma yapardınız?
Kitap ne dediyse o. başka bir şey söylemezdim.
-Sizi etkileyen ve her aklınıza geldiğinde heyecan duyduğunuz bir anınız var mı? Anlatabilir misiniz?
Etkileyici ve heyecan verici iki ayrı kategori benim için. Yedi yaşımdayken 2. kattan düşüşüm beni etkileyen anım. Heyecan duyduğum anı ise, Medine yolcuğumdur.
***   ***   ***   ***   ***   ***

Hayrunnisa Nur KABUK

-Bir konuşmanızda iç dünyamız inşaa olmadığı müddetçe, dış dünyamızın ne kadar intizamlı olması, ne kadar donanımlı, huzur verici ve aktif olması kısacası ne kadar mükemmel olması insan ruhunu ilgilendirmiyor, insanın aklı, zikri dış dünyaya açılıyorsa, fikri ve ruhu iç dünyasına açılır ve orada kaynar,  dış dünyaya taşar. O yüzden bir çocuğun, bir bireyin, yazarın doktorun, bir mühendisin, herhangi bir meslek dalında kendi iç dünyasını inşaa etmesi, dış dünyasına o şekilde yansır. Herkes bir meslek sahibi olabilir. Yazar olur kalemini kötüye kullanır, doktor olur böbrek alır, organ kaçakçılığı yapar, avukat olur iki yüzlülük yapar, müteahhit olur malzemeden çalar. Bu onun bu işi bilmediğini göstermez, biliyor doktor olmuş, yazar olmuş.. Ama iç dünyasını inşaa edememiş.  İç dünyasını inşaa etmiş olsaydı eğer bunun olmaması gerektiğini kavrardı. Hiçbir dış kuvvet bunu yapmazdı, yaptıramazdı, başkalarına zarar vermemek için iç dünyamızı inşaa etmemiz gerekir dediniz, Peki iç dünyası nasıl inşaa edilir?
Maalesef önce aile. Maalesef diyorum çünkü aile eğitimi eksikliği ile yola çıkan çocuklar, kendilerini inşa etmek için iki kat mücadele etmek ve hayatlarının diğer aşamalarında doğru öğretmenlerle buluşabilmek zorundadır. Doğru eğitmenlerle buluşamayanlar için durum daha vahimleşir. Ama şu an diyelim ki biri yanlışlıkla bu yazıyı okuyor. Epeyce uzun olacak, ısrarla okuyor diyelim. Uyuyup uyanacağı ilk günü milat sayabilir ve hayatının dönüm noktası olarak o günün tarihini atar. Sonrasında Allah’ın ne istediğini anlamaya çalışır. Bunun için Kuranı Kerimi okur. Sonra veda hutbesini okur. Sonra da Sokrates’in Savunmasını ve dünya edebiyatından, Türk edebiyatından seçkileri okur. Dini içerikli kitaplarda okunmalı ama Kuran-ı Kerim-i anlamak maksadıyla okumalı.
İnsanın inşası öğretilerin bıraktığı izlerden örülüdür. Bunlar bal peteği gibi iç içe geçmiş birbirine destek olan itmeyen tamamlayan duvarlardır. Sonra o peteklerinin içlerini doldurur.
Kimini çiçek özleriyle kimini çam ağaçlarının reçineleriyle. Sonuçta içi dolu petek olur insan.

-Neden okumalıyız, ne okuyalım ve nasıl okuyalım?
Okumak tekâmülün merdivenleridir. Bu şekilde düşünerek okumalıyız. Ne okumalıyız sorusuna şunlar diyemem. Alanımıza dair okumalarımız dışında, edebi eserler okumalıyız, psikolojik sosyolojik teolojik ve antropolojik okumalar yapmalıyız. Notlar alarak ve okuduğumuzun bizde bıraktığı çağrışımları da kaydederek okumalıyız.
-İnsanın her şeyi yapabilecek kadar bağımsız olması, hürriyetine kavuşması sizce neyle mümkün olur?
Gerçek yaşamda bu mümkün değil. Bu bir ütopya. Ancak hayali ülkelerimizde her şey mümkündür. Ayrıca bir sır vereyim, özgürlük insanın ruhundadır. ona kimse ulaşamaz, siz izin vermediğiniz sürece.

-Çocukluğunuzdan hatırladığınız ilk şey nedir?
Annem ve babamla amcamın evine gitmiştik. Dönüşte her çocuk gibi uyumuştum. Gözlerimi açar açmaz gökyüzünü gördüm. Dolunaylı bir gece ve yıldızlar. Kısık gözlerimin arasından bir süre ayı izledim. Uykulu uykulu babama “baba ay bizi takip ediyor” dediğimi babamın güldüğünü hatırlıyorum.
Babam “ay bütün dünyayı takip eder kızım” demişti.
-Koleksiyon yaptığınız bir şey var mı?
Gazete kupürleri. Birçoğunu muhafaza edemedim ama uzun yıllar beğendiğim yazıları biriktirdim.
-Bize bir nasihat vermenizi istesek…
Nasihat verenleri dinlemeyin. Şunu yap bunu yap diyenlerdense gel beraber yapalım diyerek eyleme geçenlerle yol kat edilir. Eylemsiz sözler uçucudur.
-Şunu görmeden/yapmadan ölmek istemem, dediğiniz şey nedir?
Birkaç yazar vardı. Bazıları gördüm. İsmet Özel vardı mesela onunla tanışmayı ahirete bıraktım. Keşke diğer yazarlarla tanışmayı da ahirete bıraksaydım. Çünkü bu dünyada sisli gizemli kalması gerekenler olmalı.
Bir de Kabe’yi görmek istiyordum gördüm çok şükür.
Geriye pek bir şey kalmadı. Alnımın akıyla ölümü görmeyi murad etmekten başka.
-En beğendiğiniz mimari eser? Neden?
Mimar Sinan’ın Tahtakale’de ki eseri Rüstem Paşa cami.
Yapının hikâyesi güzel, yapı güzel. Bu eser hakkında, yeteri kadar görkemli olmadığı konusunda Mimar Sinan eleştirilere maruz kalmış. Fakat benim, görkemli yapılarda insanın kendisini bulacağına dair inancım yok. Mekânın insanın önüne geçmesini sevmiyorum. Kabe’yi de bu yüzden seviyorum. O kadar yalın ve mütevazı ki etrafında yükselen binalara rağmen bir siyah inci gibi zarif ve çekici.
Küçük mütevazı mimari yapıları seviyorum. Onları kalbimin iç cebinde gezdirebileceğimi düşünüyorum.
Merve Yılmaz
-Günlük yaşantınızda kendinizi, yazdığınız karakterlere kaptırıp, kişiliklerine büründüğünüz oldu mu?
Hemen hemen her yazdığımda böyle olur.
-Kalıplarınız var mı? Ya da asla şu türde yazı yazamam dediğiniz alan? Var ise dışına çıkmak istediğiniz zaman oldu mu?
Var. Ama yazamadığım için mutsuz olduğum bir konu yok. Seçim hakkımı kullanıyorum ve buna da özgürlük kısıtlaması olarak bakmıyorum.
-Kendimi burada özgür hissediyorum dediğiniz yer tam olarak neresi?
Öykü.

-Yetenekli bir yazar nasıl anlaşılır ve genç bir yazar kendisini sizce nasıl gösterebilir? Yazıları iyiyken kendini gösteremiyorsa sizce bu neyden kaynaklıdır?
Yetenekli olmak yetmez. Çalışmak gerekir. Üretmek, üşengeç olmamak gerekir. Yetenekli de olsa gayreti olmayan genç ya da olgun yaştaki bütün yazarlar, hatta sadece yazın dünyasında değil birçok alanda, gelişemez.
-Genç bir yazar dergilere yazı gönderebilir. Kendisine, düşüncelerine yakın bulduğu bir dergi olmasına dikkat ederek tabi ki.
Yazılarının iyi olduğunu kim söylüyor? Bir merciden mi onay alıyor? Önce bunu bilmek gerek. Dediğim gibi yetenekli, üretken ve gayretli olduktan sonra, girişimci olmalı genç yazarlar.
Sonrasında güzelce sabretmeli ve ötesine de nasip diyebilmeli.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Ergenus Cumhuriyeti

Büyükada/m